Edebiyatımızın eskimeyen ismi Ömer Seyfettin; Osmanlı Devleti’nden Cumhuriyet’e geçiş sürecini birebir tecrübe etmiş ve yaşayan bir varlık olarak benimsediği dili, toplumsal gelişmeler bağlamından ayrı düşünmemiştir.
Bu açıdan Ömer Seyfettin, tema ve dil yönünden çeşitlilik arz eden hikâyeleriyle hemen hemen her kuşağa seslenebilen usta bir hikâyeci olarak ön plana çıkmıştır. Ele aldığı konuları belli bir dönem içerisinde tasvir etmekle beraber, insana ait evrensel gerçeklerden ve kendi milletinin konuştuğu dilden kopmamıştır. Bu noktada hikâyelerini modern Türkçenin zengin ve duru kaynağına taşımayı başaran yazar, çağdaş Türk edebiyatının yolunu açmıştır.
Yazarın hikâyeleri; medeniyetler arasındaki geleneksel Doğu-Batı çatışması, Türk ve dünya insanının kimlik bunalımları, siyasal ve kültürel çekişmeler, Türk modernleşmesi, Batı taklitçiliği, toplum ve birey ikilemi, savaş psikolojisi, toplumsal adalet, özgürlük ve insanlığın tarihsel evrimi gibi kavramları derinlemesine irdelemektedir.
Ömer Seyfettin’in yazınsal tavrı; Batı taklitçiliğinin sahte modernizmi ile gerçek aydınlanmacı fikirlerin ayrımı neticesinde ortaya çıkmaktadır.
Ömer Seyfettin
Yazar, Gönen'de doğdu. Dağıstan'dan göçen bir Türk ailesinin çocuğu olan Ömer Şevki Beyin oğludur. Dört yaşında mahalle mektebine verildi. 1892'de İstanbul'da Yusufpaşa'daki Mekteb-i Osmânî'ye kaydoldu. 1893 yılında Eyüp semtindeki Askerî Rüşdiyede subay çocukları için açılan özel sınıfa nakledildi.
1896 yılında Kuleli Askerî İdadîsine girdi. Kendi arzusuyla, Edirne'deki askerî liseye kaydoldu. 1900 yılında tekrar İstanbul'a geldiler. Harbiye Mektebine yazıldı. 1903'te Harbiye'yi bitirince merkezi Selanik'te bulunan Üçüncü Ordu'nun İzmir Redif Tümenine bağlı Kuşadası redif taburuna mülâzım-ı sânî rütbesiyle tayin edildi (1903). İzmir'de yeni açılan jandarma okuluna öğretmen olarak nakledilmesi (1906) üzerine bu şehirdeki bilhassa Türkçü fikir hareketlerinin önde gelen gençleriyle tanıştı. Üç yıl sonra, 1909 yılı başlarında, önce Selanik Üçüncü Ordu merkezine tayin edildi, oradan Rumeli'nin Manastır, Pirlepe, Köprülü, Cuma-ı Bâlâ kasabalarını dolaştıktan sonra Serez mutasarrıflığına bağlı Menlik sancağının Razlık kasabası yakınlarında bulunan Yakorit köyü civarındaki bir bölüğün komutanlığına getirildi. Dolaştığı bu yörelerde Müslüman Türklerin uğradığı zulmü yakından gördü.
Ömer Seyfettin, 17 Nisan 1909'da Hareket Ordusu ile İstanbul'a geldi. 1911'de ordudan ayrıldı ve Selanik'e yerleşti. 8 Ekim 1912'de Balkan Savaşından dolayı Sırp ve Yunan cephelerinde savaşmak üzere orduya çağrıldı. Yanya kuşatmasından sonra Yunanlılara esir düştü. On ay kadar süren Atina yakınlarında Nafliyon kasabasındaki esaretinden 15 Kasım 1913'te kurtularak İstanbul'a geldi; 23 Şubat 1914'te ikinci defa askerlikten ayrılıp yazarlık hayatına döndü.
1914'ten sonra çeşitli dergilerdeki fikrî ve edebî faaliyeti yanında, Kabataş Lisesinde ve İstanbul Erkek Lisesinde edebiyat öğretmenliği yaptı. Bu arada Darulfünûnca teşkil edilen Tedkikat-ı Lisâniye Encümenine üye seçildi.
Ömer Seyfettin, 1918 yılları sonlarından itibaren, mizahî Diken dergisiyle Zaman ve Vakit gazetelerinde Ziya Gökalp dışındaki İttihat ve Terakkî mensuplarına tenkit ve hicivler yöneltti. Genç yaşta İstanbul'da öldü. Kadıköy'de Kuşdili'ndeki Mahmut Baba Mezarlığına gömüldü. 1939'da Ayazağa semtindeki asrî mezarlığa nakledildi.
Ömer Seyfettin'in eserlerinin ağırlık noktası Türk milliyetçiliğidir. Yaşadığı devrin karışık olayları, ideolojik durumu dikkate alınınca, Ömer Seyfettin'in milliyetçilik ve Türkçülük üzerinde ısrarla durması ve bunları savunması önemlidir. Sınır boylarında süren askerliği sırasında Osmanlı unsurlarının bağımsızlık hareketlerine şahit oldu, Osmanlıcılığı savunmanın manasız olduğu görüşüne vardı.
Ömer Seyfettin edebiyata şiirle başladı. İlk şiiri henüz 16 yaşında iken, Mecmua-i Edebiye 'de yayınlandı (1900). Aynı dergide başka şiirleri de çıkan Ömer Seyfettin, bu şiirlerinde aruz veznini ve sone şeklini kullandı.
Türk edebiyatında hikâye türünü yerleştiren Ömer Seyfettin'dir. Hikâyelerinin konusunu kendi hayatından ve gerçek hayattan almıştır. And, Falaka, İlk Cinayet, Kaşağı da çocukluk hatıralarını; Primo Türk çocuğu: Nasıl doğdu?, Primo Türk Çocuğu: Nasıl Öldü?, Bomba, Beyaz Lâle, Fon Sadriştayn'ın Karısı, Fon Sadriştayn'ın Oğlu, Kızıl Elma Neresi?, Hürriyet Bayrakları, Bahar ve Kelebekler, Çanakkale'den Sonra Bir Çocuk: Aleko, Forsa, Müjde gibi hikâyelerinde Osmanlı Devleti içindeki Türk unsurların millî şuurlarını uyandırmak istedi.
Ömer Seyfettin Batı medeniyetine özenmeyi şuursuzluk olarak gördü. Efruz Bey ve Yüksek Ökçeler'de bu temaya ağırlık verdi; Boykotaj Düşmanı, Mehdi, Piç, Bir İttihadçının Hatıra Defterinden isimli hikâyelerinde ise çağın siyasî ve sosyal düzenini hicvetti.
Ömer Seyfettin, takma ad, rumuz veya imzasını atarak yazdığı makalelerinde, Yeni Lisan, Gökçe Türkçe, Güzel Türkçe, Sade Türkçe, gibi adlar verdiği dilimiz ile ilgili görüşlerini ortaya koydu. Genç Kalemler dergisinin 18 Nisan 1918'de çıkan ilk sayısında imzasız yayınladığı "Yeni Lisan" başlıklı makalesi Türkçe manifestosu niteliğindedir. Dilin kendi kanunları ve ihtiyaçları içinde gelişebileceği ve ancak dilin tabiatına uygun bir müdahale yoluna gidilebileceği fikrini taşır. Millî edebiyatın temelini meydana getirecek olan dil hakkındaki görüşleri Yeni Lisan adı altında yayımladı.
Eserleri: Efruz Bey, Kahramanlar, Bomba, Harem, Yüksek Ökçeler, Yüz Akı, Yalnız Efe, Aşk Dalgası, Beyaz Lale, Gizli Mabet, Doğduğum Yer , Dil Konusunda Yazılar, Sanat Edebiyat Yazıları, Olup Bitenler, Toplumsal Yazılar. Mahcupluk imtihanı, Aşk Dalgası, Değirmenimden Mektuplar, Yalnız Efe, Nokta, Yüksek Ökçeler, Bahar Ve Kelebekler, Asilzadeler.