Muhsine Hanım ilk bozayı içip ikincisinin, leblebisiyle beraber çiçekliğin önüne konulmasını söyledikten sonra başladı:
“Gençliğimde hoppaca bir kızdım. Ama Rabb’im saklasın, şimdikiler gibi, erkeklere ne dirseklerimi açıp gösterirdim ne göğsümü. Dünyayı, Konya’yı bilmezdim. Anam babam erken öldü. Fukaralık ayıp değil ya, bana mal mülk olarak damla bırakmadılar. Genç yaşımda komşu ellerine kaldım. Eş dost gayret etti, cömertlik gösterdi. Herkes hâline göre bir hediye verdi. Eşya düzdüler, beni tellediler, pulladılar, herifin birine verdiler. Kör olası pek sarhoş ve soysuz çıktı. O arı, ben çiçek, o burgu, ben tahta. Tanrı’nın günü haşlar, canımı yakar. Yemeğin tuzu çok olmuş der, döver; mintanımı çarpık biçmişsin der, döver. Kısacası, paya pay, üç sene dayağını yedim, kahrını çektim. Artık illallah, canıma tak dedi. Bir gün, o evde yokken bohçamı bağladım, kaçtım. Boşandım, kurtuldum. Bana ettiği yanına kalmadı. Kendisi de meyhane peykesinde can verdi gitti.”
Edebiyatımızda doğalcılığın ve gerçekçiliğin en önemli kilometre taşlarından biri olan Hüseyin Rahmi Gürpınar, sanatı, halkı yüceltmek için bir araç olarak görmüş bu nedenle üzerine gitmediği, eleştirip alay etmediği hiçbir toplumsal kurum bırakmamış, sanat yaşamı boyunca hep aklın ve mantığın yanında olmuş, eserleriyle toplumun çağdaşlaşması yolunda yobazlığa, gericiliğe, bağnazlığa, sömürücülüğe karşı savaşmıştır; bunu yaparken mizah ögesini ustaca kullanmış, İstanbul’un kenar semtlerinde, mezarlıklarında, Çingene mahallelerinde, köşklerinde, Şirket-i Hayriye vapurlarında, gazinolarında, sayfiyelerinde dolaşmış, okurlarını da dolaştırmıştır. Eserlerinde yapmacıksız bir yerlilik vardır; konak hanımefendisinden gündelikçiye, mirasyedilerden iç güveyilere, dilencilerden dadılara, kalfalara, Çingenelerden Rumlara, Ermenilere, Yahudilere kadar kimi ve neyi konu almışsa onu yerli renkleriyle betimlemesini bilmiştir.
Hüseyin Rahmi Gürpınar
(17 Ağustos 1864 - 8 Mart 1944): Yazar. İstanbul’da doğdu. Babası Plevne savunmasında Gazi Osman Paşa’yla birlikte Ruslara esir düşen Hünkâr yaveri Mehmed Said Paşa’dır. Üç yaşında annesini kaybetti; çocukluğunu anneannesinin ve teyzesinin yanında Ansaray’da bir konakta geçirdi. Babasıyla kısa süre Girit’e de gitti. Ağakoşusu mahalle mektebine, Mahmudiye Rüştiyesi sıbyan kısmına, devlet dairelerine kâtip yetiştiren Mahrec-i Aklâm’a devam etti. 1878’de Mülkiye Mektebine girdi; hastalığı yüzünden ikinci sınıftan ayrıldı. Adliye ve Nâfıa nezaretlerinde kısa süreli memurluklarda bulundu. 1908’den sonra hayatını kalemiyle kazandı. Kütahya milletvekili olarak TBMM’ne girdi (1935-1943). Hayatının son 30 yılını Heybeliada’da geçirdi. Hiç evlenmedi.
İlk yazısı ’Bir Genç Kızın Âvâze-i Şikâyeti’ Ceride-i Havadis’te yayınlandı (1884). İlk romanı Şık, Ahmed Midhat Efendi’nin Tercüman-ı Hakikat’inde tefrika edildi (1886). Sonra gazeteye maaşlı girdi. 1894’te İkdam’da çalışmaya başladı. 1908’de Ahmed Rasim’le birlikte Boşboğaz ile Güllabi adlı haftalık bir mizah dergisi çıkardı (36 sayı, 24 Temmuz 1908-1 Aralık 1908). Daha sonra kısa aralıklarla Sabah ve Vakit gazetelerinde çalıştı.
Hiçbir edebî topluluğa katılmayan Hüseyin Rahmi 60 kadar eser yayımladı. Yaşadığı devrin insanlarının hayatını, inançlarını, kavgalarını, gülünç hâllerini eserlerine aksettirdi. Özellikle sosyal problemleri, bâtıl inançları, yanlış batılılaşmanın toplum hayatında yarattığı sarsıntıları başarılı bir şekilde işledi. Zengin bir halk dili kullanmıştır.
Romanları: Şık (1889), İffet (1896), Mutallâka (1898; Evlat Hatırı adıyla, 1961; Boşanmış Kadın adıyla, 1971), Mürebbiye (1899), Bir Muadele-i Sevdâ (1899), Metres (1899), Tesâdüf (1900), Nîmetşinas (1902), Şıpsevdi (1911), Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç (1912), Sevdâ Peşinde (1912), Gulyabanî (1912), Cadı (1912), Hakka Sığındık (1919), Toraman (1919), Hayattan Sayfalar (1919), Son Arzu (1922), Tebessüm-i Elem (1923; Acı Gülüş adıyla, 1967), Cehennemlik (1924), Efsuncu Baba (1924), Meyhânede Hanımlar (1924), Ben Deli Miyim? (1925), Tutuşmuş Gönüller (1926), Billûr Kalp (1926), Evlere Şenlik, Kaynanam Nasıl Kudurdu? (1927), Muhabbet Tılsımı 1928), Mezarından Kalkan Şehit (1928), Kokotlar Mektebi (1929), Şeytan İşi (1933), Utanmaz Adam (1934), Eşkıya İninde (1935), Kesik Baş (1942), Gönül Bir Yeldeğirmenidir, Sevda Öğütür (1943), Ölüm Bir Kurtuluş mudur? (yazılışı: 1931, yayını: 1945), Dirilen İskelet (Yazılışı: 1923, yayını: 1946), Dünyanın Mihveri Kadın mı Para mı? (Yazılışı: 1934, yayını: 1949), Deli Filozof (Yazılışı: 1932, yayını: 1964), Kaderin Cilvesi (Başımıza Gelenler) (Tefrika: 1925, yayını: 1964), Can Pazarı (Yazılışı: 1923, yayını: 1968), İnsanlar Maymun muydu? (Tefrikası: 1934, yayını: 1968), Namuslu Kokotlar (Tefrikası: 1929, yayını: 1973), Ölüler Yaşıyor mu? (Yazılışı: 1932, yayını: 1973), Hikâyeleri: Kadınlar Vâizi (1920), Namuslu Açlık Meselesi (1933), Katil Buse (1933), İki Hödüğün Seyahati (1933), Tünelden İlk Çıkış (1934), Gönül Ticareti (1939), Melek Sanmıştım Şeytanı (1943), Eti Senin Kemiği Benim (Hikâyeleri-sohbetleri, 1963). Oyunları: Hazan Bülbülü (1916), Kadın Erkekleşince (1933), Tokuşan Kafalar (Yazılışı: 1923, yayını: 1973), İki Damla Yaş (1973). Diğer eserleri: Müntehabat-ı Hüseyin Rahmi (3 cilt, gazete yazıları, 1889), Cadı Çarpıyor (Tartışmalar, 1913), Şekavet-i Edebiye (Tartışmalar, 1913), Sanat ve Edebiyat (H. Adnan Önelçin derledi, 1972), Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Mektupları ve Tiyatroları (Abdullah-Gülçin Tanrınınkulu, 1998). Çevirileri: 113 Numaralı Cüzdan (Emile Gaboriau’dan, 1889), Bir Kadının İntikamı (E. Gaboriau’dan, 1891), Batinyollü İhtiyar: Bir Polis Memurunun Hatıralarından (E. Gaboriau’dan, 1891), Paris’te Bir Teehhül (Arnold ve Jules Claretie’den, 1892), Frederick ile Bernerette (Alfred de Musset, 1897), Biçare Bakkal (P. De Kock, 1902).